Merhaba, Ben Sizden Çok Sıkıldım.
Merhaba herkes,
Ben bu bloğu açalı Aralık ayında 4 yıl olacak. Sanırım 4 senedir ilk defa kalbimden geçenleri, yaşadıklarımı bu kadar açık bir şekilde anlatacağım. Anlatacağım hikayeler genellikle karamsar ve problemli. O yüzden neşeniz kaçmasın istiyorsanız önceki postlarımda gezinmeye devam etmenizi öneririm.
Ailem taa dededen tekstil işi içinde olduğu için ben de bu sektörle büyüdüm aslında. Bizde işi öğrenmek, işin içinde olmak, müşteri ve insan ilişkilerini geliştirmek, para saymayı öğrenmek, tezgahtarlık öğrenmek, patronluk öğrenmek, kasa fişi kesebilmek, pos makinesinden anlamak, hızlı kıyafet katlamayı öğrenmek zorunluydu. İleride ne iş yaparsak yapalım bunları bilmek zorundaydık. Nitekim üniversiteye geldiğimde moda sektörünün içinde olmak istediğime karar vermiştim bile. Giyinmeyi çok sevmenin yanı sıra; takip etmek, yeni şeyler öğrenmek ve işin mutfağından geliyor olmak beni ayrıca heyecanlandırıyordu. Ama açıkçası nereden başlayacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu. Çünkü bir firmada çalışıp masa başı iş yapmak istemiyordum. O zaman daha dergilerin hangi departmanları ne iş yapar ayrımını bile bilmiyordum. Derken böyle bir blog açtım. Benim hayatımı falan değiştirmedi; ama düşündüklerimi özgürce yazma alanı sağladı.
Ben her önüme gelene moda sektöründe çalışmak istediğimi anlatırken bir gün tesadüfen bir arkadaşım sayesinde freelance stylist'lik yapan bir kızın asistan aradığını duydum. Hemen iletişime geçtim. Üstüne atladım resmen. İnanılmaz heyecanlanmıştım ve onca zamandır kapısını açmaya çalıştığım sektörden içeri burnumu sokacağım diye düşünmüştüm. Hayatımın en stresli ve sinir krizli zamanlarını geçireceğimi tahmin edemezdim tabii. O zaman 20 yaşında falandım. Tabii ki ne parası, asla bütçe falan konuşulmuyor. Ben bulduğum her fırsata atlıyorum. Sadece masraflarımın (benzin) karşılanmasını talep ediyorum. Böylece anlaştık. Resmen o süreçte, daha ilk günden itibaren süründüm. Zaten iş olarak dışarıdan göründüğü gibi bir iş değil, inanılmaz fiziksel kuvvet ve mesai gerektiriyor. Hata kaldırmıyor vs. vs. Yani en düzgün insanlarla çalışsanız dahi inanılmaz yorucu. O yüzden işin kendisine ve düzgün yapanına saygım sonsuz. Neyse, ben bu şekilde sabah beşlerden gece yarılarına kadar bir süre çalıştım; ama karşılaştığım insanlar ve tavırlar beni hayattan soğuttu diyebilirim. Giydirdiğimiz sözde "celebrity"lerin aynanın karşısında "Şuna bakın ya, benden daha güzeli var mı?" diye sormasından bahsetmiyorum. Hadi o kendini "celebrity" sanıyor, onun dışında birlikte çalıştığımız iş arkadaşlarınızın korkunç egosu beni şoka uğratmıştı. Benim birlikte çalıştığım kız ise araba kullanmaktan korkuyordu. O yüzden bana baya özel şoförü muamelesi yaptı. En sonunda, benim off olduğum bir gün zorla Nişantaşı'na "kısa" bir iş için çağırtıp, sonra gece 10'a kadar o avm senin bu avm benim ben ve öteki asistan kıza ürün toplatıp (arabaya sığmadı, taksiler ben kamyonet miyim diye almadı, öyle bir çekim ürününden bahsediyorum.) biz bir şey sormak için aradığımızda "Ay spa'daydım, sürekli niye arıyorsunuz?" şeklinde çıkışmasıyla benim için bu hikayenin sonu gelmişti. Çekim ürünlerini kendi ürünüymüş gibi giyip giyip mağazaya geri koyma hobisi olan bu kız bana her müşterisiyle alakalı "Bunları sömürceksin, para için tepelerine bineceksin; yoksa asla paranı alamazsın!" diyen biriydi. Ben de ayrıldıktan sonra o zamana kadar yaptığım masraflarımı toplayıp istedim. O zaman öğrenciyim üstelik, harcadığım kadarını geri koymaya ihtiyacım var. Bana paramı günlerce, utana sıkıla ısrar etmeme rağmen yollamadı -ki inanılmaz küçük bir mebla- ve en sonunda da yarısını yolladı ve ben de daha fazla uğraşamadım. Başkası adına utandım. Bu kendi hakkım için bir şey talep ettiğim için utanç hissettiğim ilk deneyimimdi bu sektördeki.
Sonra uzunca bir süre staj bile yapmak istemedim. Asla moda editörü veya asistanı olmak istemediğime karar verdim. Ama bir şekilde bu sektörde olmalıydım, o zaman ne yapmalıydım? Bu soruların cevabını ararken hayatımın "iyi ki"lerinden biri Gamze Alpar ile tanıştım. Onunla, şu an hala en gurur duyduğum işlerden biri olan Mata Hari'yi çıkardık. O sırada kendimi daha iyi keşfettiğim bir dönem yaşadım diyebilirim. Ara verdiğim bloğuma geri dönecek, daha kaliteli işler yapacaktım. İşe dönüşüp dönüşmemesi önemli değildi. Beni yansıtması önemliydi. Yazı yazmayı ve dergiciliği çok sevdiğimi keşfettim. Ama çok toydum; bilmiyorum ne kadar ilerlemeliyim, nereden başlamalıyım vs. Ben de o zamanlar çok severek takip ettiğim, şu an Türkiye'nin en "meşhur" blogger'larından biriyle iletişime geçmeye çalıştım. Onunla iletişime geçmek isteme sebebim benimle çok benzer yollardan geçmiş olduğunu bilmem ve zaten bunları hep paylaşmış olmasıydı. Bu noktada şöyle bir şey eklemek istiyorum. Dijital ya da hard copy ya da traditional, adına ne derseniz diyin burada yaptığımız işlerin her biri iletişim üzerine kurulu. Benim buradan yazdığım şey sizinle iletişim kurduğum zaman anlam kazanıyor. Dolayısıyla işi birebir iletişimin üzerine kurulu birinin bana asla cevap vermemesi ve görmezden gelmedi -ki ortak tanıdıklarım da olan bir kişiydi- bana o zaman baya üzücü gelmişti ve anlam verememiştim. O zaman istediğim şey sadece bilgi almaktı; nasıl olur, ne yapılır, kime yaptırılır, ben doğru yolda mıyım vs. gibi... Belki de benim hatam karşımdaki insanların yansıttıkları kişiler olduklarını düşünmem oldu. O an hiç anlam veremediğim bu olayı şimdi hiçbir şekilde onaylamasam da anlamlandırabiliyorum. Nedenini devamında yazacağım.
Sonra irili ufaklı onlarca olay yaşadım beni üzen, sinirlendiren, şaşırtan... Öyle insanlarla tanışıp öyle olaylara şahit oldum ki "Bu gerçek mi?" diye gerçekten sorduğum zamanlar oldu. Birlikte çalıştığınız, gayet tatlı bir sohbetiniz olduğunu düşündüğünüz birinin takipçi sayısı artınca yolda görünce selam vermemesi durumları, ASLA iletişime geçemediğiniz, bir şekilde geçtiğinizde de son derece domuz bir tavırla karşılaştığınız sözde "iletişim" ajansları, "yalnız onun takipçisi benimkinden az, ona göre bir tavır sergilersek" cümlelerini kuran blogger'lar, üst üste bir projeye harcanan emeği art niyetle çöpe attığı halde bir sonraki projede aynı kişiyle çalışan markalar, burnundan asla kıl aldırmayan ve iletişim kuramadığınız editörler ve gazeteciler, hiçbir mailinize dönmeyen sayısız moda kuruluşu...
O kadar fazla -bence- çirkin şeye şahit oldum ki (spesifik örneklere girersem abarttığımı veya uydurduğumu düşünürsünüz, o derece) açıkçası adım adım uzaklaştım. Önce lansmanlara gitmez oldum, sonra insanları ve blogları takip etmez oldum, projeleri okumaz oldum, dergileri elime almaz oldum. Çünkü her birini gördüğümde arkasındaki potansiyel sinsilik gözüme çarpıyordu. Hızla soğudum yani. Ama asıl soğuma sebebim sosyal medyada şirinlik ve iyilik timsali gözüken bu insanların aslında çok da iyi kalpli olmadıkları ve yenileri asla kabullenmemeleri, dışlamaları, kendilerince küçümsemeleri ve kendi gang'leri içinde kalıp her şeyi sadece kendi aralarında paslaşmak istemeleri ve tek tapınılan şeyin "takipçi" ve "para" olduğunu görünce oldu. (Daha önce aralarında dalga geçtikleri, kendileri kadar "cool" görmedikleri vlogger'ın kendilerini katladıklarını görünce hemen ona yanaşmaları gibi.) Bunu herhangi bir çıkar uğruna bir ajans da, blogger da, marka da yapıyor.
Derken moda ve basın - yayın sektöründen uzaklaştım. Herhangi bir arayışa girmemeye başladım. Önceden sürekli mail atardım, görüşmeye çalışırdım, isteğimi göstermeye çalışırdım. Sonra kendi işimi kurdum zaten, ona odaklandım. Bloğumu ve Youtube'umu kendim sevdiğim için yapıyorum hali hazırda, küçük küçük işbirliklerim var. Yani bu şekilde burası da ilerliyorsa ilerlesin diye bıraktım. Sonra çok tesadüf eseri bir gün Bodrum'da Türkiye'nin en tirajlı gazetelerinden birinin köşe yazarı ve aynı grubun İcra Kurulu Başkanı'yla tanıştım. Son derece kibardı, beni dinledi ve İstanbul'a gidince konuşalım diye sözleştik. İstanbul'da bana görüşme ayarladı, CV'mi inceledi, ne yapmak istediğimi ve neler yapamadığımı anlattım ona da. Bu insan hala sonsuz saygı duyduğum bir kişi bu arada. Sanırım insanlar gerçekten çalışarak ve sindirerek bir yerlere geldiğinde durum başka oluyor. Neyse; bu kişiye yazı yazmaya ve dergicilik yapamaya olan aşkımdan bahsedince bana yine şu an hepimizin bilip okuduğu bir derginin genel yayın yönetmeniyle görüşme ayarladı. Ardından ben genel yayın yönetmeniyle görüştüm ve aylık yazılarla başlayacağıma dair el sıkıştık. Beni bir hafta sonraki konular toplantısına çağırdı, tam tarih konusunda bilgilendireceğini söyledi. Ben mutluluktan havalara uçuyorum tabii. Çok tesadüf eseri ilerlemiş olaylar serisi hiç beklemediğim bir anda kapımı çalmış. "Her şeyin bir zamanı var demek..." diye geçiriyorum içimden.
Neyse haftaya oldu, ben toplantıya deli gibi hazırlanmıştım; bir sürü konu fikri, yazı taslağı hazır. Online'a şu olur, baskıya şu olur diye ayırmışım falan. Toplantı pazartesi olacak, Cuma'ya kadar GYY'den ses yok; bir mail attım önce. "Toplantı ne zaman, olacak mı?" gibisinden. Sonra günler geçti, pazartesi geldi, hala cevap yok. En son Pazartesi günü öğleden sonra cevap geldi: "Toplantı yarım saat sonra; ama sen yetişemezsin herhalde." diye. Neyse, herhalde kötü niyetle yapmamıştır diye düşünüp "Tamam o zaman, maille iletiyorum." dedim ve konu fikirlerimi maille ilettim. Birini seçti, bir deadline verdi bana. Ben heyecanla yazıya giriştim. Sonsuz araştırdım, öğrendim. Kendimce çok güvendiğim bir yazı hazırladım ve ilettim. Sonra ne ses çıktı, ne seda... Dergi kapanışı geliyor, biliyorum. O yüzden 2 kere daha yolladım maili. Onlara da cevap çıkmayınca en son mesaj attım. "Aldım; ama inceleyemedim; çok teşekkürler Ezgi'cim :)" diye bir cevap aldım. Ben de "Aaa tamam o zaman, inceler nasılsa aldıysa" diye mutlu oldum, herkese söyledim artık burda yazıyorum diye, kafamdan konu fikirleri üretmeye devam ediyorum bu esnada da.
Gel gör ki bu mesajlaşmanın üzerinden tam 2 ay geçti, asla o kişiden ses çıkmadı. Ben bu arada 7 mail atmışım. Birine bile dönüş alamadım. Dergiyi aldım, "Katkıda Bulunanlar" kısmında ismim var; ama yazı yok. "Ne oluyor? Devam etmeyeceksek ya da basılmayacaksa sorun değil." diye iletişim kurmaya çalışıyorum ona da cevap yok. Tabii artık senelerin birikmişliği ve suskunluğu da sırtımda benle gezmeye başlamıştı. Ben de aklıma ve ağzıma gelen her şeyi son bir maille, tüm gemileri yakacağımı bilerek attım. O kurumda görüştüğüm herkesi de cc'ledim. Kendi mailimi ve cevaben geleni aynen kopyalıyorum buraya, isimleri değiştirerek.
Merhaba Ayşe Hanım,
Size yazdığım ve dönüş yapmadığınız onca e-mailden sonra, sürekli karşılaştığım bu tavıra karşı son bir kez bir mail atmak istedim size.
Ali Bey'in benimle görüşmesinin hemen üstüne o hafta sizinle ve Fatma Hanım'la görüştüğümüzde bana "Haftaya toplantımız olacak, ona katıl ve konu çalış" dediniz. Ben o hafta heyecanla konularımı çalıştım ve toplantı için sizden haber bekledim. Toplantıdan yarım saat önce "Toplantı yarım saat sonra başlayacak" diye haber verdiniz, teşekkürler.
Dolayısıyla tabii ki toplantıya katılamadım. Bunun üzerine ben size çalıştığım konuları yine maille ilettim, oldukça detaylı bir şekilde. Bunlardan birini seçtiniz ve bana bir deadline koydunuz. O zaman Şeker Bayramı'ydı, ben bayram süresince yazıyı çalıştım, çok mutlu ve heyecanlı bir şekilde etrafımla paylaştım bu haberi ve yazıyı hazır edince de size yolladım.
Yazıyı size yollamamın üzerinden iki ay geçti, bu süreçte size 6 ya da 7 defa mail attım, hiçbirine -yazıyı aldığınıza dair bile- bir dönüş yapmadınız. Üstelik dergiyi açtım, kendi ismim "Katkıda Bulunanlar" kısmındaydı, tabii ki yazı yoktu ama bunun ne anlama geldiğini, gelecek aylar için bir şansım olup olmadığını, olumsuz bir durum varsa bile dönüş yapmanızı rica ettiğim halde bir dönüş yapmadınız.
Elbette ki dergide yer olmayabilir, yazım dergiye uygun olmayabilir, yazı dilim çok kötü olabilir, çok alakasız bir şey yazmış olabilirim, size hakikaten çok kötü gelmiş olabilir. Bunların hepsi kabul edilebilir; ama bana bunlar için bir dönüş yapmanız gerekirdi. "Ezgi yazını basmayacağız." Bu kadar bir açıklama bana yeterliydi. Görmezden gelmenize gerek yoktu diye düşünüyorum. Neticede görmezden geldiğiniz küçük ya da büyük farketmeksizin benim emeğim, heyecan duyduğum bir iş, vakit harcadığım bir uğraşım.
GYY olduğunuzun ve işinizin başınızdan aşkın olduğunu tahmin ederim. Öyleyse beni yazı işlerinden herhangi birine yönlendirebilirdiniz. Ama bunu önermek ve size işinizi öğretmek benim haddim değildi.
Bu maili de atıp atmamak konusunda tereddütlüydüm açıkçası ama yaşımın sizden küçük ve tecrübemin sizden az olması; bu şekilde maillerimi cevapsız bırakarak ve beni yok sayan saygısızlık dönüşünde olmasını gerektirmiyor diye düşünüyorum, hele de işiniz bir nevi iletişim üzerine kuruluyken.
Size ilk günkü görüşmemizde de söylemiştim; "Çok istedim dergicilik yapmayı, çok heyecan duydum hep." diye. Maalesef şu ana kadar sektörde hep önce Ali Bey gibi yapıcı yaklaşımlarla sonra iletişimde olmam gereken kişilerde sizin tavrınız gibi ironik ve anlam veremediğim tavırlarla baş başa kaldım. Daha önce de böyle bir mail ya da açıklama yapmamış, durumu kabullenip yine de dergici olmak istemiştim. Artık benim için bardağı taşıran son damla olduğundan karşılaştığım tavır karşısında üzüldüğümü ve artık sıkıldığımı da dile getirmek isterim. Bir kişiyi ciddiye almak için takipçi sayısının, celebrity level'ının ya da title'ının ne olduğunun tek önem arz eden unsur olması ne kadar trajikomik... Muhtemelen yazdığım yazıyı -ki yazdığım şeye son derece güveniyorum.- ya da yolladığım mailleri ben değil; ama diyelim ki yogayla ilgilenen herhangi tanınmış bir kişi atsaydı çoktan dönüş yapmıştınız kendisine.
Buradaki sorunumun benim yazımdan bağımsız (çünkü basılmak zorunda değil elbette ki, sevilmek zorunda da değil asla, altını çizerek belirtmek isterim bunu.) yazdıklarımı ve sizle iletişimimi yok saymanız olduğunu tekrar belirtmek isterim.
Bir insanın hevesini, heyecanının ve emeğinin nasıl harcanabileceğine sessiz ve iletişimsiz bir örnek olduğunuz için teşekkür ederim.
İyi çalışmalar.
Ezgi
Not: Mailde cc'lediğim insanlar bu iş için görüştüğüm kişiler olduğu için herkesle paylaşmak istedim. Okunur veya okunmaz, benim için mühim değil.
Hemen karşılığında, aylardır gelmeyen mail de geldi elbette.
Merhaba Ezgi,Öncelikle cep telefonuma attığın mesajda verdiğim cevabı tekrarlamak isterim: Yazını aldım. Teşekkürler.Birkaç aydır dergimizin forma sayısında azalma olduğu için güncelliğini yitirmeyecek konularımızı ileride kullanılmak üzere bekletiyorum. Yani konunun sayfası hazır. Bu nedenle de adın katkıda bulunanlardaydı o ay.Ve son olarak; işimizin en önemli kriteri sanırım sabır.Sorguladığın her şeyi saygıyla karşılıyorum…
İleride iş hayatında başarılar…
Bana bu maildeki açıklamalar birkaç mail öncesinde atılabilirdi; ama açıklama ihtiyacı duyulmadı. Ve ben artık bıktım, gerçekten sizden ve sizin gibilerden inanılmaz SIKILDIM.
Bu yazıyı içimi dökmek için yazıyorum açıkçası ve belki de bu tarz kişilerin benden uzak durması için.
Sevgiler,
Ezgi
Not: Tabii ki karşılaştığım herkes böyle değil, bir sürü insan var bunun aksi, tanıdığım, tanıştığım, iş yaptığım. Mesela Nilay, Aslı, Tan, Asena, Sedef Hanım... Ama maalesef benim tanıştığım büyük çoğunluk böyleydi ve benim yaşadığım deneyimler bunlardı. Belki kimsenin suçu yoktur, ben olduğu gibi kabullenememişimdir. Beklentim yüksek olduğu için hayal kırıklığına uğramışımdır. İçimdekileri yazmak istedim.
No comments :
Post a Comment