Bogaziçi...


2 gündür keyfim yok. Var; ama yok. Keyfimin o kısmı artık hiç olmayacak aslında. Keyfimin olmamasının sebebi de aslında bir daha olmayacak olması. Aslında bugün kendime kızıyordum; bu son birkaç günde hazırladığım postları blogta yayınlamadım diye. Hazırladım ama. Hazır yani. Kıyafetli falan olanlardan hani. Tek yapmam gereken şey aslında "yayınla" tuşuna basmak... Ama iç dünyamın gündemi bambaşka bir şeyle meşgul son günlerde. O yüzden içimden gelmiyor. Dün officially Boğaziçi'nden mezun oldum. Diplomamı falan aldım yani. Geçen sene dönem arkadaşlarımla kepi taaa göklere fırlatmıştım; ama okul devam ediyordu. Bu sefer bitti. Aslında ne güzel di mi? Başkalarının; yani pek çoklarının davul zurnayla kutlayıp "ohh, kurtuldum" dediği şeye ben o kadar çok ağladım ki... O kadar ki; haftalar hatta aylar, hatta taaa geçen seneden başlamıştı salya sümük, duygusal "Nasıl geçti 6 sene?, Bu okul nasıl biter?!" durumum. Bir türlü kabullenemiyorum nedense. Bu kadar drama kraliçesi takınılmalı mı bilmiyorum; ama okuluma karşı o kadar farklı bir bağ var ki, ne ben anlatabilirim, ne de kimse anlayabilir. Şimdi bitti diye hayatımın en güzel, en özel dönemlerinden biri kapandı gibi. Biliyorum, tabii ki kapanmadı; çünkü şu çok klişe olan ama gerçekten de öyle olan "Yaşam Boyu Boğaziçili" olmaktan ötürü. ("Ay sanki hiç bir daha gelmeyeceksin?!, Ne var yaa, mis gibi, ne güzel! Kızım saçmalamaaa! - Sanırım bunlar son zamanlarda en çok duyduğum cümleler.) Ben üniversite sınavına ilk girdiğimde deli gibi ODTÜ istiyordum aslında, sonra Boğaziçi'ne bir geldim, bir daha da başka herhangi bir yerde bulunmak istemediğimi anladım. Bunca zaman bu kadar aşırı sevmemin en temel güdüsü kendimi tamamıyla oraya ait ve sonsuz bir özgürlük ve güven içinde hissediyor olmam sanırım. Zira binlerce konuşmada aynı cümleleri sarfetmişimdir. Belki de hayatımda hiçbir yer, hiçbir şehir, hiçbir mekan bana böyle bir his tattırmadığı için; yani böyle bir şeyi tecrübe etme fırsatım olmadığı için bana bu kadar özel geliyordur. Öyleyse de iyi ki daha önce daha özel ve güzel bir yerde bulunmamışım diyorum o zaman. Çünkü Boğaziçi bizim, benim her şeyim oldu. En çok güldüğüm, en çok sarhoş olduğum, en fazla sabahladığım, en üzüldüğüm, en çok ağladığım, en sinir olduğum, dizilere konu olacak entrikalar yaşayıp sonra kahkahalarla güldüğüm, en yakın arkadaşlarımı bulduğum, hayatımın aşkıyla karşılaştığım, en özlediğim, en koşa koşa gelmek isteyeceğim yer oldu. Kendine bu yazıyı yazdırtacak yer oldu.. Olmak istediğim insanı ve kim olduğumu öğrendiğim yer oldu. Boğaziçi benim evim ve ailem oldu. Hayatta evinde ailenle olmaktan daha büyük ne mutluluk olabilirdi ki? İyi ki Boğaziçi'li oldum ben. Yoksa ben, ben olamazdım. Çok değişiğim, çok duygusalım, çok gururluyum, çok buruğum, çok üzgünüm, çok mutluyum ve çok ama çok seviyorum. Tarifsiz seviyorum... 
Ps: Normalde bir yazıyı yazdıktan sonra 40 kere kontrol edip çeşitli cümle değişiklikleri yaparım; ama bunda yapmayacağım. O kadar yaş gözümde klavyeyi ezdim ki, saçmasapan olsa da içimden geldiği gibi kalsın. Üstelik belki de biraz megolaman cümlelerle dolu gelebilir, yalnızca kendime yazdığım bir mektuptu diyelim...

No comments :

Post a Comment