Trip to Italy: Part 1

Selamlar!

    Önceki yazımda yakında bir seyahate çıkacağımızdan bahsetmiştim. Onunla alakalı işlemleri tamamlamak için evin içini talan ederken şu ana kadar gittiğim tüm yerlerde tuttuğum günlüğü buldum. Okudukça nostaljik anlar yaşadım, sonra da bölüm bölüm yazayım blogumda diye düşündüm. İlk defa başlıyorum seyahat hikayelerime, sıra sıra, fırsat buldukça yazacağım artık. :)

    Şimdi en başta İtalya turundan başlayım dedim. Ama onun da hepsini birden yazarsam çok uzun olacak diye bugün için yalnızca Roma, Floransa, Venedik ve Pisa'yı yazacağım. Umarım siz de okurken eğlenirsiniz. :)

   Bu sırada tüm İtalya gezimiz boyunca kulağımda Dean Martin vardı. Mutlaka dinlemelisiniz siz de okurken. Bulunduğunuz yerde anında İtalyan havası esecek. (Şarkıya buradan ulaşabilirsiniz.)

Roma: 



    Bu resmi ilk durağımız Roma'ya vardığımız akşam çekmiştik. Çok güzel bir gün batımı vardı. Resimde, arkada Vatikan'ı görüyorsunuz. Tevere (Tiber) Nehri üzerinde bir köprüdeyiz. Çok heyecanlı olduğumu hatırlıyorum, yazarken bile heyecanlandım yine. 

   Her şehrin bir kokusu var sanki. Roma'da sıcak, güney kokusu var. Tabii ki tarif edebileceğim bir şey değil; ama gitmiş olan varsa belki anımsar diye.

   Roma ile (hatta tüm İtalya ile) alakalı şöyle bir tavsiyem var: Sakın ama sakın Ağustos ayında gitmeyin. Çok ama çok sıcak oluyor, bütün (abartmıyorum bütün derken) her yer kapalı, bütün insanlar bir aylığına kapatıp gitmiş evi köyü. Ülkede sadece turistler var; bunun anlamı, eğer bizim gibi her türlü müzeye girme meraklısı iseniz, çok çok uzun kuyruklar demek. 


    Roma'ya gidip "Colesseum gezin, Pantheon'u görün." falan demeyeceğim. Nereleri göreceğiniz size kalmış ve zaten bu klasikler her tarafta yazıyor. Ama belki size bir yol önerebilirim. Mesela biz o çok meşhur, şehre haç oluşturacak şekilde konuşlanmış kilise ve tapınakları gezerken; Dan Brown'ın "Melekler ve Şeytanlar" kitabında izlediği yolu izlemiş ve kitabı kafamızda her şeyiyle baştan canlandırmıştık. Böylece çok daha heyecanlı oldu ve daha canlı oldu bizim için Roma.

    Bu sırada bu fotoğraflardaki hasır şapkayı geziye çıkmadan Accesorize'dan almıştım. Çok da yardımcı oldu, güneşten korunmak için her türlü şeye ihtiyacımız olan bir dönemmiş çünkü.


    Bu fotoğrafı da Vatikan'a girerken çekmişti Mert. Küpelerim ve kulaklık güzel bir harmoni yakalamış, o yüzden paylaşmak istedim. 

   İtalya diyince, zaten her köşe pizza/pasta'cı. İşin sırrı en iyiyi bulabilmek. Biz bir arkadaşımızın tavsiyesi ile Piazza Navona'nın arka tarafında kalan bir pizza/pasta'cıya gitmiştik. İsmi Dal Paino. İtalya'daki en güzel pizzalarımızdan birini ve hayatımdaki en mükemmel gnocchi'yi (bir çeşit makarna)  yedim orda ben. 4 peynirliydi. Unutamıyorum! 

Floransa:



   İlk Roma'yı görmüş olmamıza rağmen, Floransa bize daha çok İtalya'dayız hissi verdi. Çünkü ne olursa olsun Roma başkent ve bunu bir şekilde hissediyorsun. Ama Floransa küçük bir şehir, çok sempatik. 

    Yukardaki fotoğrafta Arno Nehri kıyısında duruyorum. Arkamdaki köprünün üzerindeki renkli binalar hep dükkan. Genelde kuyumcu ve deri montlar falan satıyorlar. Floransa'nın en meşhur yerlerinden biri zaten.

Pitti_sarayı_palaca_Medici_costume_museum_kostüm_müzesi

    Yukardaki fotoğrafta arkamda gördüğünüz saray, Floransa'nın o çok ünlü Medici ailesinin zamanında yaşadığı Pitti Sarayı. Buranın içinde çok meşhur Boboli Bahçeleri var, uçsuz bucaksız, saatlerce gezdiğimiz. Ama ben en çok içerdeki kostüm müzesinde eğlenmiştim. Bu müzede Medici kadınlarının giydiği çok zevkli ve özel kostümler bulunuyor. Bir de çok şık sergileniyor hepsi. İçeri girerseniz mutlaka uğrayın. 


    Bu atlı karınca Floransa'nın orta yerinde. Sırf çocuklar binmek zorunda değil ki, ortamın büyüsüyle biz de eğlendik. :) 

    Buraya gelmeden önce de çok güzel bir lazanya yemiştik. Meydandaki "Il David" restoranında. Pizzası da güzeldi. Şans eseri oturduk; ama beklentimizin üzerinde çıktı. Yemekten bahsetmişken; yine meydandaki Gilli'ye mutlaka uğramalısınız! Burası çok eski bir pastane. İçerde envai çeşit İtalyan işi tatlılar yapılıyor. Kahveler çok lezzetli. Ama bir tiramisusu var ki, ordan sonra hala yanına yaklaşan olmadı. 



    Floransa da bize yine bir filmi anımsatıyordu, ya da tam tersi de geçerli: Hannibal! Dr.Hannibal Lecter'ın izinden de takip ettik şehri biraz. Uffizi çevresinde, o bağırsak deşip binadan aşağı sallandırma sahnelerini konuştuk buralarda da. 


   İtalya'da akşam olunca sokağı sokak sanatçıları basıyor, çok da iyi oluyor. Ne yetenekler var, neler neler... Ben bu kareyi yakalamışım o zaman. Pastel boyayla yeri boyuyor çocuk, sizce de çok güzel değil mi?

    Bu sırada, yine İtalya'nın tüm şehirleri ile alakalı bir tavsiyem olacak: Bence hiçbir yerde, Roma'da bile, toplu taşıma ya da taksi falan kullanmayın. Şehirler zaten bizim şehirlerimize göre çok küçük. Ve elinize haritayı alıp, bütüüüün sokaklarına girip çıkarak dolaşmak kadar güzeli yok. Bacaklarınız kopuyor ağrıdan; ama olsun, başka türlü keyfi çıkmaz. Bir de, bu kadar yürüdüğünüz için güzelinden ziyade, en rahat ayakkabınızı götürün. Benim on beş gün boyunca Toms'larım can yoldaşım olmuştu.

Pisa:


    Pisa'da, Pisa Kulesi'nden başka pek de bir şey yok aslında. Ama İtalya'ya gidip, Pisa Kulesi'ni görmeden dönmek olmazdı. Yukarda verdiğim poz ve benzerlerini vermeyen turist yoktur sanırım. Ben de geleneği bozmadım, bir öpücük verdim kuleye.

   Burada kulenin tepesine çıkmak isteyenler isimlerini yazdırıyorlar listeye. Bir seferde 10-15 kişi çıkabiliyor yukarı. Ağustos ayı tam bir turist ayı olduğundan tepeye çıkmak için 3-4 saat beklemiştik. Sonunda değdi mi? Kesinlikle! Yukarının dengemi bu kadar alt üst edecek kadar eğik olacağını tahmin etmemiştim dışardan bakınca.

    Bir de; bu meydanda, kenarda köşede dondurma satıcıları var. Meydana çıkan ana yolun bitiminde, soldaki dondurmacıdan hindistan cevizli - çilekli bir dondurma isteyin. Sonra da oturup parmaklarınızı yiyin. O kadar güzeldi... O ana kadar İtalya'daki en güzel dondurmamdı.

Venedik: 




























    Gelelim Venedik'e... Rüya gibi bir şehir! Şu an bile bakınca ben yaşamamışım da başkasından dinliyormuşum gibi hissettiriyor. 

   Venedik'te bizi bekleyen kötü sürpriz vardı: Hayatımın en ama en sıcak havası ve aşırı kalabalık! Kalabalık beni daha önce bu kadar rahatsız etmemişti çünkü hiçbir şehrin sokağı Venedik'inki kadar dar değildi.


Antico_Forno_pizza_Venice

   Yine de İtalya'daki en iyi pizzalarımdan birini yememe vesile olduğu için anında bu olumsuz havadan kurtulmuştum. Bu resimdeki pizza çok efsane bir pizza. Italyano pizza. Hamur, malzemeler, tam bizim damak tadımıza uygundu. Pizzacının ismi "Antico Forno". Aşağıda da vitrinlerinden bir fotoğraf ve benim pizzamı yerken ki mutluluğumu görüyorsunuz. :)

Antico_Forno_pizza_Venice


    Bu lezzetler dışında, yaz ayı olduğu için mi bilmiyorum ama; her yerde tropik meyveler satılıyordu, hem de çok ucuza. İster meyve suyu olarak, isterseniz kendisi. Dünyalar kadar yemiştim o meyve bardaklarından. O kadar sıcak havada, serinlemek için en iyi yöntem buzların içinde meyvelerdi.

    Yemekten bahsediyorken son bir şeyi daha ekleyim burda. Venedik'te, tavsiye üzerine sebze çorbası içtik. Bu çorbaları yapan birkaç restoran var Grande Canal boyunca. Herhangi birine girdik biz. Tarçınlı sebze çorbası. Biraz bizim geleneksel damak tadımızın dışında; ama biraz açıksanız farklı lezzetlere çok beğeneceksiniz. Mutlaka deneyin derim.



   Son olarak, meşhur Rialto Köprüsü'ne varmadan fotoğrafladığım bu espadrilci amca vardı. Her biri birbirinden güzeldi; ama ben daha çok vitrinin yaratıcılığına bayıldım! 

    Tabii ki bunların dışında şehrin simgesi olan gondola binmece, San Marco meydanına gitmeceleri falan yapın mutlaka. Onlardan özellikle bahsetmedim zaten turistik aktivitelerden olduğu için.

 Şimdi burada keseyim, daha sonra İtalya'nın diğer şehirleri ile devam edeceğim. Umarım bu yazıyı okurken yeni gidecekler güzel hayallere dalmıştır, gidenler de anılarını tatlı tatlı yad etmiştir. :) 

No comments :

Post a Comment