Herkese mutlu haftalar!
Dün bizim için güzel, heyecanlı bir pazar günüydü. Maaile yani kardeşler, yakın arkadaşlar toplaşıp kahvaltıya gidecektik Nişantaşı'ndaki Limonata'ya. (Gitmeyenler için: Limonata İzzet Çapa'nın açtığı, konseptli, rengarenk bir mekan. Hemen buraya tıklayarak göz gezdirebilirsiniz.) Zaten mekanın renklerini ve enerjisini düşünüp renkli bir şeyler giymek istemiştim. Bir de sonradan sabah kanepede boş boş otururken dvd'liğimin en önünde bana doğru bakan "Breakfast at Tiffany's" dvd'm gözüme çarptı. Audrey Hepburn'ün toplu saçları, kapaktaki kocaman kolyesi hatta dvd'nin kapağının capcanlı pembeliği bile benim kafamın içinde ışıklar yaktı. Ben de açtım müziğimi, başladım hazırlanmaya. Deep Blue Something - Breakfast at Tiffany's'ini dinledim playlist'imin ilk şarkısı olarak. Siz de buradan dinleyebilirsiniz. Hatta bunu okurken kesin dinleyin, sonrasında da klibini izleyin, okumanız bitince kocaman gülümsemeyle ayrılacaksınız. :) (Ben şu an yazarken de dinliyorum, içimde kocaman huzur oluştu!)
Jeremy Scott's Wings Uçuruyor!
Merhaba herkese!
Her zaman bir hikayenin üzerine giyiniyorum gibi anlatıyorum. Bugün tam tersi oldu; çünkü bu adidas ayakkabılarım hikayeyi kendileri yazıyorlar, kocaman enerji veriyorlar! Adidas Originals'ın tüm vitrini zaten böyle bir enerji veriyor. Bazen çok uçuk kaçık parçalara "Benim tarzıma gitmez." diyerek bakmıyoruz belki; ama kendimize uyarlarsak da bence zevkli bir görünüm ortaya çıkıyor. Burda da benim kanatlarımın reklamı var, insanı yerinden sıçratıyor enerjisi. Buraya tıklayıp izleyebilirsiniz.
Bu kadar çok denim kullanmışken, "Gezgin Pantolon Kardeşliği"nin aklıma gelmemesi imkansız. Farklı vücut tipindeki 4 arkadaşa sihirli bir şekilde olan kot pantolonla beraber gelen yaz hikayelerinin anlatıldığı, ergenlik döneminde izlenildiğinde "aaaayyyyy" dedirten bir hikayesi var ve aynı zamanda benim çocukluk arkadaşımla da aramda güzel bir anısı var. Geçen sene kitap fuarında 4 liraya görünce hemen yapıştım tabii. 20'li yaşlarda bir daha okudum, ama "ayyyy" dedim yine de. Bir de filmi var ki Blake Lively falan oynuyor; ama o zamanlar daha Gossip Girl fırtınası falan yok tabii.
Daha zarif: "Devil Wears Prada"
Selamlar!!
Herhalde hemen hemen herkes "Devil Wears Prada"yı (Şeytan Marka Giyer) okumuştur ya da en azından izlemiştir. Okurken/izlerken muhtemelen her birimiz bazen Miranda (Merly Streep)'ya gıcık olup, bazen onun gibi olmak, bazen de Andy Sachs (Anne Hathaway)'a acımak ve imrenmek arasında gelip gitmişsizdir. Ben de dün kütüphanemin tozunu alırken indirimden aldığım kitabımı buldum, tekrar okumaya başladım. Bugün de biraz onun etkisinde giyindim sanırım. Yüksek topuklar konuşmuyor tabii ki kitaptaki gibi bende; ama "daha yalın mı olsam yoksa yine abartılı, koca koca takılara tapan Ezgi'yi mi konuştursam?" arasında gidip geldim, tıpkı kitabı okurken bir Miranda'cılık, bi Andy'cilik oynadığım gibi. Buraya tıklayarak filmin trailer'ına ulaşabilirsiniz, okuyacağınız post'un duygusunu daha güzel anlamanız için. :) (maalesef Türkçe altyazılı bulamadım.) Buradan da Alanis Morisette'nin Crazy şarkısına ulaşabilirsiniz ki filmimizin soundtracklerinden biri, bu yazıyı yazarken bana eşlik etmekte.
The Girl with the Dragon Tattoo
Merhaba!
Filmine bayıldığım, kitaplarının da hepsini okuyup sevdiğim Millenium serisinin uğrunda, Stockholm'lerde Millennium turlarına bile çıkmışlığım var. Bu sabah da, İsveç'teyken sürekli dinlediğim müzik vardı kulağımda. Son ses dinlerken bir taraftan da hazırlandım. Zaten şarkı da filmin soundtrack'i. Buradan dinleyebilirsiniz. :)
Bugün sabah kalktık, bir de baktık ki dünkü mis gibi havadan eser yok. Kışı hissettik yine. Zaten içimden renkli giyinmek hiç gelmemişken, bir de kardeşimle sabah kahvaltıda; "Geçen sene bu zamanlar Ejderha Dövmeli Kız'a gitmiştik, ne de iyiydi, hoştu yeeaa" diye geyik yapınca kendimi iyice Lisbeth Salander (Ejderha Dövmeli Kız'ın kendisi) modunda hissettim.
Filmine bayıldığım, kitaplarının da hepsini okuyup sevdiğim Millenium serisinin uğrunda, Stockholm'lerde Millennium turlarına bile çıkmışlığım var. Bu sabah da, İsveç'teyken sürekli dinlediğim müzik vardı kulağımda. Son ses dinlerken bir taraftan da hazırlandım. Zaten şarkı da filmin soundtrack'i. Buradan dinleyebilirsiniz. :)
İlk Post'um: Runaway Love
Herkese selam! :)
Bugün giyeceğim kıyafetlerimi düşünürken aklımda "Alice Gold - Runaway Love" çalıyordu. Siz de bu yazıyı okurken arkadan eşlik ederse benle aynı şeyleri hissedebilirsiniz belki okurken. Şarkıyı buraya tıklayarak dinleyebilirsiniz. :)
Geçen gün, çok yakın bir arkadaşım New York'tan aşağıdaki fotoğraftaki tabloyu getirmiş hediye olarak bana. Bu tablonun gelişi, evimdeki bir dolu Manhattan puzzle'ı, habire Friends izlemem bugünki kıyafetlerimi biçimlendirdi sanırım. Çünkü annemin eskiden kalma uzun hırkasını giydim; Rachel (Friends dizisinde Jennifer Anniston'ın oynadığı karakter) stili gibi :) Ve hırkanın bordosunu o kadar beğendim ki ekstra başka bir renkle harmanlamak istemedim. Düz kalsın dedim, sadece siyah-gri ya da bej olsun yanında. Tabii yeşil ama küçük, belki yalnızca benim farkedebildiğim birkaç detayı ekledim hemen.
Bugün giyeceğim kıyafetlerimi düşünürken aklımda "Alice Gold - Runaway Love" çalıyordu. Siz de bu yazıyı okurken arkadan eşlik ederse benle aynı şeyleri hissedebilirsiniz belki okurken. Şarkıyı buraya tıklayarak dinleyebilirsiniz. :)
Geçen gün, çok yakın bir arkadaşım New York'tan aşağıdaki fotoğraftaki tabloyu getirmiş hediye olarak bana. Bu tablonun gelişi, evimdeki bir dolu Manhattan puzzle'ı, habire Friends izlemem bugünki kıyafetlerimi biçimlendirdi sanırım. Çünkü annemin eskiden kalma uzun hırkasını giydim; Rachel (Friends dizisinde Jennifer Anniston'ın oynadığı karakter) stili gibi :) Ve hırkanın bordosunu o kadar beğendim ki ekstra başka bir renkle harmanlamak istemedim. Düz kalsın dedim, sadece siyah-gri ya da bej olsun yanında. Tabii yeşil ama küçük, belki yalnızca benim farkedebildiğim birkaç detayı ekledim hemen.